İNCELEME: ENİS ELMAS

Türkiye’nin en büyük sorunları konuşulduğunda, eğitim, tıpkı ekonomi ve terör gibi sıklıkla anılan bir mesele olarak bahis konusu ediliyor.

Uzun yıllar boyunca bir sorun olarak görülen ve neredeyse her hükümetin sürekli müdahalesiyle yeniden yapılandırılmaya çalışılan eğitim, ülkemizde gün geçtikçe daha kötüye gitmiş ve artık yapısal bir sorun haline gelmiş görünüyor. Sorunun, gündelik yaşantımıza temas eden, pratik ve akademik alana nüfuz eden teorik bir alanı kapsadığı dikkat çekiyor. Pratik açıdan verilen müfredatın niteliği, atanamayan öğretmenler, ücretli ve sözleşmeli öğretmenlerin emeklerinin sömürülmesi ve düşük okullaşma oranı gibi konular, eğitim söz konusu edildiğinde önemli başlıklar olarak ortaya çıkıyor. Yalnız her biri tek tek ciddi ve kapsamlı sorunlar olmasına rağmen, bunlar ne kamuoyunda ne de yetkili kimseler tarafından tartışılıyor.

Yazılı ve görsel medya bu soruna sessiz kaldığı gibi, üniversite sınavlarının olduğu haftalar dışında eğitim ve öğrenciler neredeyse hiç mevzu bahis edilmiyor. Peki, eğitim sorununun kendisini ve onun kamuoyu içinde bir tartışma konusu olmamasını; sadece basın ve medya kanallarında görünür olmaması veya diğer sorunlar karşısında daha az önemli bulunmaması olgusuyla açıklayabilir miyiz?

Yukarıdaki soruya tam manasıyla cevap verebilmek için eğitimin akademik, yani teorik ayağına bakmak gerekiyor.

Bu hususta eğitim başlığını taşıyan çalışmaları incelediğimizde, sorunun kendisi için önemli bazı noktaları tespit etmek mümkün hale geliyor. Ülkemizde eğitim başlığını taşıyan çalışmaların büyük bir kısmı, okul, sınıf, idareci ve öğrenci kazanımı gibi işin daha çok eğitim bilimlerini ilgilendiren taraflarına odaklanmış. Bu durum bir bütün olarak sosyal bilimciler ve felsefecilerin birçok alanla bağlantısı olan çok ciddi bir meseleyi altın tepside eğitim bilimcilere bıraktığını gösteriyor.

İşin sosyal bilim ve felsefe ayağına detaylı bir şekilde göz atıldığında, ya tek bir filozofun görüşlerine odaklanan ve betimleyici olmaktan ileri gitmeyen metinler ya da çevrilmesinin alana önemli bir katkı yapması mümkün görülmeyen ve olsa olsa ikincil bir kaynak özelliği gösteren eserlere rastlıyoruz.

Bu, bir sorun olarak eğitimin aslında akademik çevrelerde de göz ardı edildiği veya daha kötüsü çalışılmaya değer görülmediği algısını yaratıyor. YÖK’ün tez tarama sistemine girip, “eğitim felsefesi” araması yaptığınızda, büyük çoğunluğu yüksek lisans tezi olan sadece 54 tez ile karşılaşılıyor olunması, aslında eğitimin neden görünür olmadığına dair daha çarpıcı bir sonuçla bizleri karşı karşıya bırakıyor. Konunun bir sorun olarak ele alınması gereken yerler olan üniversitelerde dahi eğitim konusu dört başı mamur bir şekilde çalışılmıyor.

Eğitim bilimciler dışında sosyal bilimciler ve felsefecilerin soruna niçin bu kadar ilgisiz kaldıklarını cevaplamak çok kolay gözükmüyor. Ama sorunun kapsamlı ve diğer disiplinlerle ilişki içinde ele alınabileceği düşünüldüğünde, konu üzerine nitelikli ürünler ortaya konulamayacağına dair yanlış bir algının yerleşmiş olması muhtemel.

Eğitimin iktisadi, siyasi, toplumsal, kurumsal ve dini boyutu göz önüne alındığında, bir sorun olarak eğitimin ne olduğu, eğitimin gerekli olup olmadığı, eğitim ve okul arasındaki ilişkinin, alanın temel soruları olarak öne çıktığı söylenebilir. Koronavirüs pandemisiyle tekrar yaşamımıza giren okulsuz eğitim bağlamı, Agamben’in yakın zamanda gündeme getirdiği öğretmenle doğrudan temas kurmaksızın eğitimin yöneleceği doğrultu, bireyi düşünmeye itecek cinsten. Dahası, kitle iletişim araçları ve eğitim arasındaki ilişki, eğitim ve iktidar meselesi ve Althusser’le birlikte hayatımıza giren ideolojik bir aygıt olarak eğitim ve özneleşme bağlantısı hâlen tartışılmayı bekleyen önemli konular olarak karşımızda durmaktadır.

Meseleyi bu bağlantılarla düşünmek özgün çalışmalar ortaya çıkmasını sağlayacağı gibi, bir sorun olarak eğitimin daha çok tartışılmasını da mümkün kılacaktır. Diline bağlandığı ve ahlaki kodlarıyla yetiştiği toplumunun bir parçası olan genç araştırmacılar, bu sorular etrafında meseleyi ele aldığı müddetçe, gerek kendi toplumunu anlamak hususunda gerekse kendi değeri ve özgürlüğü konusunda daha güçlü bir pozisyon kazanabilecek gözükmektedir.

Eğitimin pratik sorunlarının çözüme kavuşması ve iktidarları eğitimin pratik sorunlarında çözüme zorlamak için, konunun teorik olarak ele alınması ve sorunların teorik açıdan cevaplanması kaçınılmaz duruyor.