GÜNDEM

Yaşlılar da mutsuz, gençler de. Kuşak çatışmasında yeni bir eşik

Gençlere sorduğumuzda yaşlıları saygıya değer bulmuyorlar, yaşlılara sorduğumuzda gençleri güvenilir görmüyorlar. Nesiller arası bağlar zayıflar, bir önceki nesil bir sonraki neslin inşasına yardım etmezse Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekler?

Abone Ol

YAZI: AYÇA ÖRER / APOSTO

Yaşlılar da mutsuz, gençler de. İki kesim de birbirini farklı açılardan suçlarken, aradaki makas giderek açılıyor; toplumsal kutuplaşma alışılmadık bir alanda, farklı yaş grupları arasında kendini gösteriyor. Prof. Dr. Özgür Arun’a göre Türkiye kritik bir eşikte: “Demografi, demokrasiyi belirlemek üzere.”

Gençlere sorduğumuzda yaşlıları saygıya değer bulmuyorlar, yaşlılara sorduğumuzda gençleri güvenilir görmüyorlar. Nesiller arası bağlar zayıflar, bir önceki nesil bir sonraki neslin inşasına yardım etmezse Türkiye’yi nasıl bir gelecek bekler? İşte ortadaki sorun bu.

İETT otobüslerinde patlayan gerginlikler

Okuldan çıkmış çocuklarla çarşıdan dönen yaşlılar aynı araçta buluştu. Havada tuhaf bir elektrik var. Toplumsal kabul, gençleri ayağa kalkmaya ve yaşlılara yer vermeye zorluyor. Buna karşılık gençler, bu ön kabulu yok sayıyor, oralı olmuyorlar. Nihayet sessizliği bozmaya cesaret eden biri, “Gençler de hiç yer vermiyor artık” deyince, bir lise öğrencisi “Niye vereceğiz, sabah 7’den beri dışarıdayım, çalışıyorum, yoruluyorum, sen bedava kartınla gezip durmuyor musun?” cevabını veriyor. Üstelik, kınanmıyor, hak veren sesler de ona eşlik ediyor.

Sosyal medyada açılan başlıklar erken emekli olanların gençlerin hayatını nasıl ekonomik darboğaza soktuğundan, bunun eşitsizliği nasıl derinleştirdiğinden bahsediyor. Yaşlılar gençlerin kolaycılığından, gençler yaşlıların empati yoksunluğundan dem vuruyor. Gerçekten, sosyal eşitsizlikler toplumsal nezaketin üzerinde tepiniyor olabilir mi? Türkiye kuşak çatışmasında yeni bir aşamaya mı geldi?

Genç nüfus azalıyor, yaşlı nüfus artıyor

Doğurganlık göstergelerindeki hızlı düşüş eğiliminin devam edeceğini varsayan senaryoya göre genç nüfus oranının 2030 yılında yüzde 14,8; 2040 yılında yüzde 12,4; 2060 yılında yüzde 9,2; 2080 yılında yüzde 7,2; 2100 yılında yüzde 7,2 olacağı öngörülüyor.

Buna karşılık yaşlı nüfus olarak kabul edilen 65 yaş ve üstü, 2019 yılında 7 milyon 550 bin 727 kişi iken son beş yılda yüzde 20,7 artarak 2024 yılında 9 milyon 112 bin 298 kişi oldu. Yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki oranı ise 2019 yılında yüzde 9,1 iken, 2024 yılında yüzde 10,6'ya yükseldi. TÜİK nüfus projeksiyonlarına göre yaşlı nüfus oranının 2030 yılında yüzde 13,5, 2040 yılında yüzde 17,9; 2060 yılında yüzde 27,0; 2080 yılında yüzde 33,4 ve 2100 yılında yüzde 33,6 olarak öngörülüyor.

Genç nüfusun refahına ilişkin rakamlar da iç açıcı değil. DİSK/Genel-İş Emek Araştırma Dairesi’nin (em-ar) hazırladığı rapora göre, her 10 gençten yaklaşık 6’sı işgücü piyasasının dışında. Güvencesiz çalışma koşullarını da değerlendiren rapora göre, Türkiye’de 15-24 yaş aralığındaki gençliğin yalnızca yüzde 39,5’i (yaklaşık 4 milyon 609 bin kişi) istihdamda. Geriye kalan yüzde 60,5'lik kesim işgücü dahilinde değil.

Gençler istihdamda yer bulamazken, yaşlılar için de benzer bir tablo söz konusu. Emekli Yılı ilan edilen 2024’ün Ocak ve Mayıs aylarını kapsayan döneminde 60-64 yaş aralığındaki 2 bin 949 kişi, 65 yaş ve üzeri 860 kişi İŞKUR aracılığıyla işe yerleştirildi. Bu yılın aynı döneminde ise söz konusu sayılar neredeyse iki katına çıktı. 2024 yılı Ocak-Mayıs tarihlerinde 60-64 yaş aralığındaki 4 bin 652 kişi, 65 yaş ve üzeri 1301 kişi işe yerleştirildi.

Ancak 10 yıl önceki veriler daha da çarpıcı. 2014 Ocak-Mayıs döneminde İŞKUR tarafından işe yerleştirilen 60-64 yaşındaki kişi sayısı 771, 65 yaş ve üzeri de 265 kişi olarak kayıtlara geçti. Sadece 10 yılda İŞKUR tarafından işe yerleştirilen emeklilik çağında olan kişilerin sayısı 3,5 kattan fazla artış gösterdi.

Bütün bu veriler ışığında gençlerin de yaşlıların da gelir eşitsizliğinden payını aldığını söyleyebiliriz. Peki bu sorun iki kesim arasında bir çatışmaya ya da kutuplaşmaya yol açıyor olabilir mi?

Hem gençleri hem de yaşlıları etkileyen suçlar

Senex: Yaşlanma Çalışmaları Derneği, 2021 yılından bu yana her yıl bir boylamsal izleme araştırması yapıp sonuçları açıklıyor. 2025 yılının verileri çarpıcı: Türkiye’de 2025 yılının ikinci döneminde yaşlılara yönelik şiddet, ihmal, istismar ve ayrımcılıklardan oluşan 700 hak ihlali vakasının yüzde 57’si ölümle sonuçlanmış.

  • 2024 yılında 655 vaka yaşanırken, ölüm oranı yüzde 55 olmuş. Üç yıl önce yüzde 38 olan ölüm oranı, her geçen yıl yükseliyor.

Öte yandan, 2024 yılı çocuklara yönelik suçlar açısından da çarpıcı bir yıldı. Yenidoğan Çetesi adıyla anılan suç örgütünün özel hastanelerde dünyaya gelen bebeklerin ölümüne neden olduğunun ortaya çıkması ses getirdi.

Yaşlılara yönelik suçlarda artış yaşanırken, çocuk ve gençlerin güvenliği konusunda da tartışmalar sürüyor. Ayrıca, güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocukların karıştığı olay sayısı da 2024 yılında bir önceki yıla göre yüzde 9,8 oranında artarak 612 bin 651 oldu. Bu suçlarda yüzde 40,4’le yaralama olayları öne çıkıyor.

Özgür Arun: Sosyal uygulamalar sorunu derinleştiriyor

Akdeniz Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Özgür Arun, uzun yıllardır yaşlanma politikaları üzerine çalışan bir akademisyen. “Gençler ve yaşlılar arasında yaşanan gerginlik bir kutuplaşmaya mı evriliyor?” sorusuna şöyle cevap veriyor:

“Gençler ve yaşlılar normalde de karşı karşıya gelirler ama şimdi gördüğümüz sorun bu karşıtlığın nefret düzeyine ulaşması. Bunun nedeni de son çeyrek yüzyılda geliştirilen sosyal uygulamalar. Türkiye’de zaman zaman bazı toplumsal kesimlerin yaşadığı eşitsizlikler görülür ve bunlara ilişkin sosyal uygulamalar geliştirilir. Oysa sosyal uygulamalar kapsayıcı değildir, sorunları çözmediği gibi yenilerini yaratır. Türkiye’de geliştirilen sosyal uygulamalar toplumsal gruplar arasında yeni eşitsizlikler yarattı.”

Prof. Dr. Arun “eşitsizlik yarattı” dediği uygulamalara örnek olarak ücretsiz toplu taşıma seferberliğini gösteriyor:

“Yaşlılara yönelik ücretsiz toplu taşıma seferberliği başladığında birçok insan bunu destekledi ama yaşlanma hakları çalışanlar ‘Gençler ile yaşlılar arasındaki çatışmayı daha da derinleştirecek’ diye karşı çıktı. Sosyal uygulamaların vadesinin olması gerekir, Türkiye bunu uzun zamandır sınırsız süreyle uyguluyor. Bir toplumsal kesime destek olmak istiyorsak onu güçlendirirken aynı zamanda şehir içi toplu taşımayı kadınlar, gençler, bedensel engelliler gibi diğer kesimler için de güvenilir hâle getirmek gerekir. Kapsayıcı bir sosyal politika kimseyi geride bırakmaz. Türkiye’deki sosyal politikalar oldukça popülist.”

Gençler yaşlılara neden kızgın?

2025 yılı içinde kulak verdiğimiz farklı kesimlerden gençler ve yaşlılar, geçim sıkıntısı, sosyal haklardan mahrumiyet, gelecek kaygısı gibi konularda ortaklaşıyordu. Mesela, Saraçhane protestolarına katılan Samet, fotokopicide aylığı 18 bin liraya çalışmak zorunda kalışını anlatmıştı:

“Yurtta yer bulamamışım, öğrenci evinde iki arkadaşımla aynı odayı paylaşırsam ancak kalabiliyorum, sabah-akşam poğaça, makarna yemekten kabız olmuşum. Babam bana ayda 10 bin lira gönderirse onlar memlekette darboğaza giriyor. Mezun olunca yüz binlerce işsizden biriyim, fotokopicide aylığı 18 bin liraya sabah 8’den akşam 8’e kadar fotokopi çekiyorum. Korkuyorum ya, geleceğimden korkuyorum.”

Ankara’da tanıştığım 21 yaşındaki Ali, Samet kadar bile şanslı değil. ODTÜ’de okuyor ve “4 bin lira burs aldım” derken sesine yansıyan mutluluk, dinleyicisi olan beni biraz üzüyor:

“KYK bursu ve özel bir bursla beraber 7 bin liralık bir aylık gelirim var. Okulda yemeğe 40 lira veriyorum. Genellikle şehre inmiyorum çünkü yol parasını idareli kullanmam gerekiyor. Okul devam ederken becerebilirsem Erasmus’a gidecek, oradan yurt dışında yaşamanın yolunu zorlayacağım.”

Peki Ali, kendinden önceki nesillere kızgın mı? Cevabı, “Biraz”:

“Ben bizden öncekilerin bizi anlamadığını zaten düşünüyorum ama bunu herhalde herkes düşünüyordur. Yani benim babam da kendinden önceki nesile böyle bakar. Beni kızdıran şey, bizi anlamamaları falan değil, bakmamaları. Çünkü bakarlarsa anlayamayacakları bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Bence orada biraz vicdan azabı devreye giriyor. Biz ‘Paramız yok’ dediğimizde onlar ‘Ben de öğrenciliğimde simit yemiştim’ diyor. Bu elbette böyledir ama sen öğrenciliğini bitirince benim bulamayacağım işi buldun, evini aldın, düzenini kurdun. Bizim için böyle bir gelecek olduğunu düşünüyorlarsa öfke duymam.

Biz bence umutsuz gençleriz. Doğruluk, dürüstlük diye bir şey yok. Kim daha iyi yalan söylüyor, kim cebini dolduruyor, kim rant peşinde? Şimdi bizden önceki jenerasyon dürüst olduğunu söyleyebilir mi? Ana muhalefet partisinin eski başkanı bile koltuğundan vazgeçemiyor sonra bize akıl veriyorlar.”

Ücretsiz toplu taşıma meselesi

Sosyal medyada yaşlılara yönelik nefret söylemini üreten konuların başında ücretsiz otobüs kullanma hakkı var. Aşağıdaki alıntı forumlarda sayfalarca uzayan yorumlardan sadece biri:

“Yaşım 42. Sözüm bu ülkeyi şu anki hâline getiren kişilere. Sizin bir borcunuz yok gençler, hatta alacağınız var. Otobüste gördüğünüz her bir yaşlının suratına sırıtıp kaşına kaşına oturun. İçiniz rahat olsun. Belki ayaklarındaki varisler şişer, oy atmaya gidemezler. Onların vereceği oy sizin geleceğinizden çalınır çünkü.”

Gençleri haklı bulanlardan bir başkası olan Ayla, 42 yaşında emekli olmuş, şu anda 68 yaşında. Emekli olduğu günden bu yana kendi işinde çalışmaya devam ediyor. Gençlerin emeklilik politikalarına ilişkin tepkisini haklı buluyor:

“Benim bu kadar erken emekli olmam elbette bir sistem sorunudur. Buradan şu sonuç çıkmasın, ben çalışmaya başladığımda 14 yaşındaydım. Gerçekten 14 yaşımdan itibaren çok zor koşullarda çalıştım ve 42 yaşımda devletin bana sağladığı imkanla emekli oldum. Ancak buradaki eşitsizliği görmüyor değilim. 42 yaşımdan bu yana çalışmaya ve katma değer üretmeye devam ediyorum çünkü kendimi hem Türkiye’ye hem de benden sonraki kuşaklara borçlu hissediyorum. Yaşıtlarım arasında bunu yapmayanlar, ipe un serip sonra ‘Gençler tembel’ diyenler var, bu elbette kabul edilemez. Haksızlığa haksızlık demek zorundayız.”

Ayla’nın yapıcı tavrına karşılık 71 yaşındaki Hasan, gençlerin elindekiyle yetinmekten aciz olduğu fikrinde:

“Yaşla beraber gelen saygı toplumun temel değerlerinden biri. Ben şu anda 71 yaşındayım ve bu saygıyı hak ettiğimi düşünüyorum. Gençler elindekiyle yetinmekten acizler ve sürekli yeni arayışlar peşindeler. Biz çalışmayı, değer üretmeyi düşünürken onlar kolaylıkla ‘yırtmayı’ düşünüyorlar. Dolayısıyla bugüne kadar bizim inşa ettiğimiz şeyleri hazırdan yiyorlar.”

'Yaşlıların da saygı anlayışlarını gözden geçirmesi gerek'

35 yaşındaki Zeynep’e göreyse gençlere saygı öğreten yaşlıların kendi saygı anlayışını gözden geçirmesi gerekli:

“Ben yeni tanıştığım bir insanla asla senli benli konuşmam. Bana dokunulmasından hoşlanmam. Üstenci bir tavırdan rahatsız olurum. Yaşlıların en büyük sorunu saygı beklerken, saygı göstermiyor oluşları. Kaç kere benimle konuşurken ‘sen’ diyenlere ‘siz’ diye karşılık verdim, bilmiyorum.

Öğretmenlik yapan 38 yaşındaki Sercan da benzer bir tespitte bulunuyor:

“Tonton, mahallenin amcası/teyzesi imajı biteli yıllar oldu, belki son temsilcisi Adile Naşit’ti. Bunlar hâlâ öyle davranmaya çalışıyor ama orada bir dürüstlük farkı var. O insanlar gerçekten belli ki çaba göstermiş, otobüste yer kapmak için gençleri azarlamamış. Gençlerin öfkesini yönlendireceği mecra az ve gerçekten okullarda çok karmaşık sorunlarla uğraşıyoruz artık, önceki nesillerin hiç bilmediği şeyler yaşıyor bu çocuklar. Böyle şeylere bir de yaşlıların ‘Bana saygı göster’, ‘Benim hakkımı koru’, ‘Bana yer ver’, ‘Benim için de çalış’ talepleri de eklenince öfke de büyüyor, karşılıklı kalpler kırılıyor.”

Herkesi öğüten çark

Aslında sistemin gençleri kayırdığını, yaşlıları ezdiğini ya da tam tersini söylemek zor. Hatta iki grubu da eşit derecede hırpaladığını söyleyebiliriz. Prof. Dr. Özgür Arun, çatışmanın kimse için çözüm olmayacağını şu sözlerle anlatıyor:

“Bu çatışmayı yaratırsak parayla pulla, uzlaşmayla çözemeyeceğimiz bir yere doğru gideriz. Yoksullaşmayla başa çıkmak ve birbirine destek olması gereken iki kuşağı barıştırmak zorundayız. O kadar katmanlı bir mesele ki kolay bir cevabı yok.”

Bundan yüzyıllar önce William Shakespeare ölümsüz karakteri Kral Lear'ın hikayesi üzerinden şöyle sesleniyordu:

“Yaşlıların acımasız baskısı altında kalmanın hem bir zayıflık, hem de budalaca bir kötülükten başka bir şey olmadığını anlamaya başladım. Bunu bize, güçlü olduklarından değil, körü körüne boyun eğdiğimiz için yapabiliyorlar.”

Yüzyıllar sonra Daniel J. Levitin, Başarılı Yaşlanma kitabında, “Hayatın sonundan geriye baktığımızda, hangi unsurlar iyi yaşanmış bir hayat hissine işaret eder? Yaşamdan aldığımız tatmini azami seviyeye çıkaracak ve yaşamlarımıza anlam katacak hangi kararları alabiliriz?” sorusunu soruyor.

Belki de artık yaşlanmayı ve gençliği birbirinden apayrı zamanlar olarak düşünmek yerine, kuşakları nasıl bir araya getirebileceğimizi düşünme vaktimiz gelmiştir.