Bazı insanlar kader yolculukları,hayat karşı tavırları sebebiyle diğerlerinden ayrılır. Kaosla düzen, bunalımla huzur, karanlıkla aydınlık, korkuyla umut arasındaki iç tercübelerini açıklayan, bunları dile getirirken insanca paylaşımın onarıcı, şifa verici olanaklarından güç devşiren usta senarist ve yazar Ayşe Saşa da o insanlardan biri.

Ayşe Saşa, 1 Şubat 1941’de İstanbul Amerikan Hastanesi’nde Çerkez anne ile bir taraftan Çerkez diğer taraftan Güney Doğu aşiretine mensup bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi.

Yetişme çağındayken dadılara teslim edilen Şasa, bir açıklamasında çok yalnız ve bedbaht bir çocukluk yaşadığını söylemişti.

Şasa, doğumundan itibaren yaklaşık 12 yıl süren ve farklı mürebbiyelerin eğitimi altında geçirdiği yabancı dadı yönetimini “Çocukluk ülkemde hükmünü sürdüren bir rejim” olarak adlandırmıştı.

Servet içindeki yaşam ve sorgulama

Yaşadığı zaman diliminde Türkiye’nin en zengin ailelerinden birine sahip olan Ayşe Şasa, toplumun yoksullukla can çekiştiği bir ortamda servet içinde yaşamasını daima sorguladı.

Şasa, kendisinden beklenen zengin kız rolü yerine entelektüel bilgi arayışıyla kainattaki varlığının sebebini, çevresinin sahip olduğu özellikleri sürekli eleştirerek, bir arayış içerisinde oldu.

“İnsanlığın tüm serüveni, milyonlarca, milyonlarca yıllık aşamalar, bir delilik nöbetinin tek bir dakikasında yaşanabiliyor...”

İlk senaryosunu 1963'te yazdı

Şasa'nın sinemaya ilgisi, öğrencilik yıllarından itibaren başladı. "Yaşadığımız Yıllar" adlı ilk oyununu liseden mezun olduğu yıl yazan Şasa, Robert Kolej'in İdari Bilimler Bölümü'nde 1963-1965 arasında görev yaptı.

Okul arkadaşları vasıtasıyla tanıştığı ve güçlü bir dostluk kurduğu yazar Kemal Tahir, Şasa'ya hayatının dönüm noktası olan, "Maskaralık yaptığın sürece seni alkışlarlar. Ciddi bir şey yaptığında kimse suratına bakmaz, yolunu ona göre seç." tavsiyesinde bulundu.

Usta edebiyatçı, 1963'te senaryo yazmaya başladı ve bir dönem yönetmen, yapımcı ve senarist Atıf Yılmaz'a asistanlık yaptı.

Çocukluğunda yaşadığı Yahudi-Hristiyan etkisiyle kendi iç dünyasında yaşanan çalkantılı durumu beyaz perdeye yansıtan Şasa, 1972'de yayınlanan "Utanç" filmine imza attı.

İlk evliliğini 18 yaşındayken Atilla Tokatlı ile yapan Şasa, ikinci evliliğini yönetmen Atıf Yılmaz ile gerçekleştirdi. Şasa, 1980'li yıllarda geçirdiği ağır rahatsızlık sonrası sinema dünyasından 10 yıl uzak kalırken, üçüncü eşi, senarist Bülent Oran kendisine destek oldu.

Düşünürlerle, sanatçılarla, dervişlerle dolup taşan bir ev

Rüyaya dayalı bir film estetiğinin temellendirildiği, tasavvufî birikimin beslediği daha yerli, millî ve bu yüzden de evrensel bir Türk film ortamının nasıl oluşturulabileceğinin derdindedir Şasa. Bu sancıyla kıvranmaktadır. Bu yüzden yüzlerce dost edinir, onlarla saatlerce telefonda konuşur, Gayrettepe’deki evi bir dergâh gibidir, sürekli konuklar gelir. Bunlar arasında Orhan Pamuk’a rastlamak da mümkündür, Karaügümrük’ten bir dervişe isabet etmek de… Prof. Dr. Şerif Mardin başta olmak üzere birçok sosyal bilimciyle, yazarla, düşünürle, kanaat önderiyle, gazeteciyle, oyuncu ve yönetmenle, özellikle de genç şair ve yazarlarla dolup taşar evi.

Ayşe Şasa’nın evini okur-yazarlar, aydınlar, sanatçılar açısından bir çekim merkezi haline getiren büyünün bir boyutu, O’nun sözü ve sohbetidir. Yunus Emre’nin dediği gibi, “sohbet cânı semirdir” çünkü. Şasa için de gönülden, içten, samimi ve zihinsel olarak kışkırtıcı sohbet vazgeçilmezdir. Pek güzel konuşur. İlgi alanlarının çeşitliliği, konuşmaya ve diyalojik iletişime dayalı türlerde uzun yıllar kalem oynatması, aşk ve dert sahibi olması sohbetine apayrı renkler katar.

Dostluklarında sıkıdır. Sevdiğini gönülden sever ve bağlanır, dostlarını sürekli arar, sorar, dertleriyle dertlenir, yazdıklarını okur, konuşmalarını dinler, sürekli sorular sorar. İnsanın duygu ve düşüncelerine yankı bulması, özellikle okur-yazarlar ve sanatçılar açısından son derece kıymetlidir.

Ayşe Şaşa’nın bunca ilgi görmesinin bir sebebi de, onun şahsî menkıbesinin özgünlüğü ve bir bakıma Türkiye’nin modernleşme macerasının, kişisel düzlemde en renkli kişiliklerinden birisi olmasıdır. Burjuva bir aileden gelmesi, edebiyat, sinema ve düşünce çevreleriyle genç yaşından itibaren temas kurması, O’na apayrı bir kişilik/kimlik kazandırır. Kültürel seçkinlerin “kendi”lerinden birisinin maruz kaldığı o derin krizin capcanlı örneğiyle sürekli karşılaşma isteklerinden daha tabiî ne olabilir! Bu bakımdan yaşadığı dönemin en ünlü, en özgün kültürel seçkinleriyle Şasa arasında her türden kurgulanmış nezaketi yıkan, etiyle-kanıyla, olanca içtenliğiyle dolaysız bir dile yaslanan bir iletişim oluşur.

Bir romancının yeni yayımlanan romanını ilk okuyanlardan biri olur Şasa. Bir şairin, öykü yazarının, tiyatro müellifinin, bir yönetmenin, oyuncunun, bir tarihçi veya sosyoloğun yeni bir çabasını hemen merak eder, okur, seyreder, dinler; arar, eleştirir ve yüceltir. Bu samimi çabası muhatabını da hareketlendir ve Şasa gibi bir yankı bulmuş olmanın sevkini, hazzını, bereketini yaşatır.

68 kuşağının bir başka öyküsü

Ayşe Şasa, yıllar sonra, bir zamanlar küçümsediği Bülent Oran’ın senaryolarının dibindeki gelenek izlerini de keşfeder. Bir yazısında, Oran’ın hikayelerinin nasıl gelenekçe emzirilmiş olduğunu uzun uzun anlatır. 1941 yılında İstanbul’un zengin ve Batıcı bir aile ortamında acılarla başlayan, sancılarla süren, kabuslarla dibe vuran yaşamı birçok zorlu duraktan geçerek Karagümrük’teki tekkede taçlanmıştır. Çelişkilerinden kurtulmuş, gerçek sorularını bulmuş, soru(n)larına çözüm üretme konusunda zevkli ve neşveli bir kaynağa ulaşmış olan Şasa, Türk düşünce ve film hayatına pek çok güzellikler katarak 16 Haziran 2014 günü göçer. Geride kitaplar, dostlar, filmler, anılar ve acılar bırakır.

İşte onlardan birkaçı: Bir Ruh Macerası, Yeşilçam Günlüğü, Düş Gerçeklik Sinema, Delilik Ülkesinden Notlar, Şebek Romanı, Vakte Karşı Sözler, Son Kuşlar, Murad’ın Türküsü, Toprağın Kanı, Ah Güzel İstanbul, Kozanoğlu, Balatlı Arif, Harun Reşid’in Gözdesi, İlk ve Son, Cemile, Köroğlu, Utanç, Yedi Kocalı Hürmüz, Güllü, Unutulan Kadın, Battal Gazi Destanı, Cemo, Kambur, Deli Kan, Hacı Arif Bey, Ve Recep ve Zehra ve Ayşe, Ölmez Ağacı, Merdoğlu Ömer Bey, Gramofon Avrat, Arkadaşım Şeytan, Hiçbir Gece, Her Gece Bodrum, Kanayan Bosna ve Dinle Neyden.

Dostu Âkif Emre’nin dediği gibi, “Ayşe Şasa’nın bireysel deneyimi, modern aklın esiri olan insan tekinin kurtuluşunu bir tür delilikten, başka bir deyişle divaneliği göze almaktan geçtiğini söyleyenleri haklı çıkarıyor. Ayşe Şasa’nın seyir defteri aslında 68 kuşağının bir başka öyküsüdür. Hakikat sandığı idealler uğruna gemisini kayalıklara sürme cesaretini göstermiş bir neslin farklı bir hikâyesi bu. Ne moderniteyi kavrayabilmiş ne de gelenekle sağlıklı iletişim kurabilmiş nesilleri üreten çağdaşlaşma projesinin tükendiği noktaya işaret ediyor; kendi bireysel deneyimi ışığında.”

En doğrusu, sözü kendisine bırakmak… “Allah’ı sanat yoluyla zikretmek, hatırlamak ve hatırlatmak, sanatı ibadetin bir parçası haline getirir. Her gün yeniden doğmak, Mutlak Varlığa duyulan derin bir aşkın sonucudur. Adanmışlığın sonucudur. Bu müthiş bir dinamizmdir. Istıraptan çok, neşeyi içerir. Tazelik, heyecan, enerji ve neşe… Istıraba müthiş bir meydan okumadır bu! Hayat bazılarının sandığı kadar düz bir mantıkla yürümüyor. Kader var…”

Ayşe Şasa öldü

Entelektüel bir kişiliğe sahip olan Şasa, sürekli okuyan ve kendini geliştiren bir kadın profili olarak İslami toplumda da yankı uyandırdı.

Evini bir okul haline dönüştürerek, gençlere kapısını açan usta yazar, bir süre zatürre rahatsızlığı sebebiyle tedavi görmesinin ardından, 16 Haziran 2014’te hayatını kaybetti ve Sahrayıcedid Mezarlığı’na defnedildi.