Geçen günlerde bahis oynayanlar tarafından sıkı bir şekilde takip edilen maçkolik adlı spor sitesinin canlı maç forumunda yapılan bir yorum sosyal medyada dolaşıma girdi. İki Alman takımı arasındaki oynanan karşılaşmaya dair yapılan yorum aynı anda öfke, yakınma ve kabullenişi içeriyordu. Son cümlesi ise şöyleydi:
Son cümledeki vurgunun belirli açılardan dönemin ruhunu yansıttığını düşünüyorum. Kumar, bağımlılık, fanatizm, başarısızlık ve kaybeden erkeklik vurgusu. Genç erkeklerin 21. yüzyıldaki pozisyonlarına dair güçlü bir çerçeve sunuyor.
Bundan 5 yıl öncesine kadar “Z kuşağı” özellikle muhalif diyebileceğimiz gruplar tarafından büyük bir heyecanla karşılanıyor, bizzat muhalefet partileri tarafından siyasi kampanyaların merkezine yerleştiriliyordu. Bütün toplumsal asimetriyi tek bir potada eriterek kıymeti kendinden menkul bir politik güç atfedilen bu kuşağın, eskinin basmakalıp değerlerinden sıyrılıp belirli açılardan “aklın ve bilimin” baskın olduğu değer kodlarıyla yeni bir ülke yaratacağına yönelik uçuk beklentiler havada uçuşuyordu. Hatta ilerici-gerici parametresi hiç olmadığı kadar kullanılıyor ve muhafazakar değerler karşısında bu kuşağa neredeyse “devrimci” bir gömlek giydiriliyordu.
Ancak gelinen noktada bir yakınma tonuyla “Bu kuşak ne oldu da muhafazakarlaştı?” sorusuyla ifade edilen hayal kırıklığının yansımaları duyulur oldu her köşeden. Bu perspektifin taşıdığı apolitizmle hesaplaşmadan, bir zamanlar “Z kuşağı gümbür gümbür geliyor” nidalarıyla karşılanan nesle şimdi konforlu bir hayret duygusuyla yaklaşmak pek bir şey ifade etmiyor.
- Burada "Ne oldu da bu nesil beklentileri karşılayamadı?" gibi altını doldurmanın kolay olmadığı bir soruya cevap aramak yerine, dünyada da çokça tartışılan genç erkeklik krizinin bazı yönlerine dair kısa okumalar yapmak istiyorum.
Genç erkekliğin krizi ve geleceksizlik
Son birkaç senedir içinde bulunduğumuz kriz ortamı, birçok psikolojik, sosyal ve kültürel sorunu da beraberinde getirdi. Yeni nesil özelinde geleceksizlik, geçmişte mücadele verilerek kazanılan en temel hakların birer birer yitip gitmesi ve güvencesizlik gibi faktörler birçok açıdan erozyona sebep oldu. Özellikle gençler bir önceki neslin eğitim ve istihdam süreçleriyle elde ettikleri kazanımların kendileri için mümkün olmadığını fark ettikçe daha farklı arayışlara girerek klasik formülleri terk etmeye başladı.
Türkiye özelinde büyük bir patlama yapan bahis bağımlılığı da bu arayışlardan birisi. Uzun vadede parlak bir gelecek göremeyen birçok genç erkek, illegal bahis sitelerinde çokça vakit geçiriyor; kısa vadede kendilerini rahatlatacak, belki de “köşeyi dönmelerini sağlayacak” bir imkan yaratmaya çalışıyor. Gençlerin spor bahislerinden, “slot” denilen dijital oyun formatlarına farklı kumar oyunlarına gösterdiği ilgi, mevcut kriz ortamı ile başa çıkma refleksi olarak okunabilir.
Sadece çevrimiçi kumar değil, borsa yatırımları, Bitcoin gibi alternatif finansal gelir kapılarının giderek artan popülerliği de bu arayışın bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin kripto yatırımlarında Nijerya’nın arkasından dünya ikincisi olması bu anlamda şaşırtıcı değil. Ancak çoğu zaman bu arayışlar krizin daha da derinleşmesine sebep oluyor. Aslında bu bağımlılık ve arayış biçimleri daha geniş bir davranış örüntüsünün küçük bir parçası. Bu gibi reflekslerin temelinde ise hınç, öfke ve kolektif histeriyle giderek daha fazla büyüyen genç erkekliğin krizi var.
Kaybeden erkekliğin politik yüzleri
Günümüzde yaşanan ekonomik kriz, geçmiştekilerin çağ açıp kapatan yapısının aksine daha ağır ilerleyen, mutlak çöküşü daima erteleyen ve belirli açılardan yönetilebilen bir kriz olarak öne çıkıyor. Küresel bir niteliğe sahip olan bu kriz, kültürel olarak da geleneksel değerlerin aşındığı ve klasik formülasyonların bozulduğu ya da ertelendiği bir düzene yol açtı. Eğitim, aile evinden ayrılma, aile kurma ve mülk sahibi olma gibi basit kapitalist formülün işlerliğini kaybettiği bu düzlem, genç erkekliği çoğu zaman bu grubun adlandıramadığı bir çıkmazın içine sürükledi.
Hak ettiği refahın kendisinden çalındığını düşünen bu gençlerin politik olarak düzenle kavga etmesinin beklendiği iyimser senaryo ise hayata geçmedi. Bunun yerine, yönünü kaybetmiş bir öfke ve hıncın baskın olduğunu görüyoruz.
- Geçen yıl 20 ülkede yapılan küresel bir ankette gelecekten umutsuz gençlerin giderek daha fazla muhafazakarlaştığı söyleniyor. Hatta 8-24 yaş arası erkeklerin sosyal açıdan en muhafazakar grup olarak 55-70 yaş arası erkekleri geride bıraktığı sonucu da dikkat çekiyordu.
Alternatif politik tutumların kör bir aşırılığa indirgendiği, güvenlik merkezli hükümet politikalarının ve giderek güçlenen küresel sermayenin daha özgür bir şekilde hareket ettiği bir atmosferde, esas sorunların yerine komplocu bir aklın baskın geldiğini görüyoruz. Böylece “aşırı sağ” diye adlandırılan ama esasında statükonun devamlılığı açısından hayati bir öneme sahip olan ideolojik çerçeve bu grup için cazip bir perspektif sunuyor.
'Radikal kaybedenler'
Akademisyen Mathias Nilges, Right-wing Culture in Contemporary Capitalism kitabında bu yeni sağ dalganın düşünsel motivasyonlarını şöyle açıklıyor:
Maskülen erkekliğin aşağılanması miti, sosyal hiyerarşileri aklamak için sürekli başvurulan Darwinizm, kültürü ele geçiren solcu bir güruh komplosu, acı çekmenin romantikleştirilmesi ve kaosla ilişkili nevrotik kaygının sürekli öne çıkarılması.
- Bunların Ernst Bloch’un özetlediği klasik faşizm tanımıyla paralellik gösterdiğini vurgulamakta fayda var.
Burada baskın motif olarak öne çıkan iktidarsızlık hissi ve onun yol açtığı imtiyaz krizleri, özellikle politik olarak eylem kapasitesinden yoksun gençlerin başa çıkmak için daha saldırgan stratejilere başvurmalarına yol açıyor. Alman yazar Hans Magnus Enzensberger, “radikal kaybedenler” olarak adlandırdığı bu grubun saldırgan stratejilerinden birinin megalomani olduğunu belirtiyor. Ona göre, radikal kaybedenin çatışmalarını çözebileceği, kendisini normal bir çıkar ağına dahil edebileceği ve yıkıcı enerjisini yatıştırabileceği uzlaşma nosyonları yok. Böylece bu umutsuzluk, radikal kaybedeni daha fanatik bir noktaya sürüklüyor.
Özellikle son yıllarda internet ortamında gördüğümüz sanal zorbalık ve “trolleşerek politikleşme” biçimleri buna iyi bir örnek olarak sunulabilir. Esasında reaksiyoner bir hınçla hareket eden bu hesaplar, her türlü etik ve hukuki sınırın ötesinde konuşabildikleri ve bunun getirdiği toplumsal sorumluluklardan kaçabildikleri için anonim kalabilmenin özgürlüğüyle hareket ediyorlar.
- Bu açıdan trollük, psikolojik olarak kişinin kendi duygularından kopmasını ve felsefi anlamda ise eylemlerinin hiçbir sonucu olmamasını sağlıyor. Böylece troll özgürlüğü, empatiyi dışlayan, zorbalığı temel eylem biçimi haline getirmiş nihilist bir kompozisyona yol açıyor.
Özellikle X (eski adıyla Twitter) platformunda kadın düşmanlığı, azınlıklara yönelik nefret, ABD’den ithal alt-right karikatürleri, sokak köpeklerine yönelik katliam çağrıları gibi konularda bu hesapların ortak ezberler ve sınırları zorlayan reaksiyonlarla hareket ettiğini görmek mümkün. Bu hesapların aynı zamanda kritik gündemlerde iktidar yanlısı refleksler gösterdiklerini de belirtmek lazım. Sınırları zorlayan ifadelere başvursalar da esasında bunu yapısal koşullara veya iktidara değil, çoğu zaman daha savunmasız ve madun gruplara rahat biçimde yönelttiklerini görüyoruz.
Politik teorisyen Wendy Brown, Neoliberalizmin Harabelerinde adlı çalışmasında buna dikkat çekiyor. Brown, kendini alternatif sağ hesapların gönderilerinde, bloglarda ve genel olarak trollerde kendini gösteren bu “vahşi, müstehcen, erkeksi ve son derece ahlaksızca” nihilist tavrın, düzenin sıradan değerlerine karşı çıkmadığını ve aksine bunların semptomu ya da tekrarı olduğunu belirtiyor.
Maskülen kırılganlığın geleceksiz ve güvencesiz bırakılmış bir toplumda en çok yine maskülen standartlar tarafından yeniden üretildiğini de söyleyebiliriz. Alfa-Beta erkekliği gibi dikotomiler ve erkekliğe biçilen geleneksel roller karşısındaki çaresizlik, bu kırılganlığı giderek derinleştiriyor. Bu standartları karşılamadığı için çareyi kadınlardan ölesiye nefret etmekte bulan incel (zoraki bekar) grubu tam da bu çelişkiden ortaya çıkmış gibi görünüyor.
İktidarsız bırakılmış, şölenin kenarına itilmiş, acı çeken erkeklik temsilleri kültürel olarak giderek daha fazla öne çıkarılıyor. Sosyal izolasyonun hiç olmadığı kadar yoğun olduğu bir dönemde, acı çekmenin romantikleştirilmesi de bu temsillerin pekişmesinde önemli bir rol oynuyor.
- Örneğin son dönemlerde internet meme’leriyle popülerleşen Barda filminin ikincisinin çekilmesi burada geniş bir tüketici kitlesinin olduğunun en iyi göstergelerinden.
Yani internetin çeşitli köşelerinde ortaya çıkan, saldırgan nihilizm, öfke, acı ve hınç ve öz-nefret gibi duyguların baskın olduğunu gördüğümüz bu örüntü, genç erkekliğin baskın yüzlerinden birisi. Politik olarak da her ne kadar “aşırı sağ” denilen yapıyla özdeşleştirilse de esasında ağır ilerleyen bir krizin ortasında derin bir apolitizmi beslediğini söylemek mümkün.
Yazının başına dönersek, “Mariehamn'dan gol bekliyoruz, çünkü böceğiz” cümlesi başta bir aydınlanma ifadesi gibi görünse de esasında geleceksiz kalmış, eylem kapasitesinden ve harekete dayalı ideolojik araçlardan yoksun bırakılmış genç erkeklerin bir bölümünün çaresizliğinin çıplak bir ifadesi olarak öne çıkıyor.
Bu “böceklik” hâlinin kabulünün yenilginin kutsanmasıyla mı yoksa tersi yönde bir aydınlanma ile mi sonuçlanacağı ise birçok farklı denkleme bağlı. Ve elbette politik.