İnsanlar hayatları boyunca dört temel kaygı ile yüzleşmek ve yaşamak durumundadır. Hem kişilerarası hem bireysel alandaki problemlerimiz bu dört temel konu (ölüm, yalnızlık, hayatın anlamı ve özgürlük) ile ilgilidir.

Yazı dizimize Ölüm Kaygısı ile başlamıştık. Yalnızlık Kaygısı ile devam edelim.

Yalnızlık kaygısı insanoğlunun temel kaygılarından biridir. Hiç birimiz yalnız hissetmek istemeyiz. Bazılarımız yalnızlığı sevdiğini ya da yalnızlığı ile bir sorunu olmadığını söylese de yalnızlık bir tercih olduğunda idealdir.

İnsanoğlu paylaşım yapabilmek, bağlantı kurabilmek için 6300 dil geliştirmiştir. Dil, yalnızlık kaygımızın sonucudur. Dil, birlikteliğe, topluluğa ihtiyacımızın yansımasıdır.

Hayvanlar, doğumlarından çok kısa bir süre sonra kendi keşif süreçlerine atılır, hayatta kalabilecek becerilere ulaşırlar. Biz insanlar ise uzun bir süre bir bakım verene ihtiyaç duyarız. Bebekliğimizdeki bu muhtaçlığımız sadece yemek yemek ya da uyku için değildir. Güvende hissetmek, bağ kurmak, sevilmek, ait hissetmek gibi duygusal ihtiyaçlarımız da fizyolojik ihtiyaçlarımız kadar önemlidir.

1944 yılında 20 bebeğin fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanacağı ancak hiç bir şekilde psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmayacağı bir deney tasarlanıyor. 4 ay sonra dokunmak, iletişim kurmak, sevgi göstermek gibi eylemlerin yoksunluğu sonucunda bebeklerin yarısından fazlasının öldüğü, deney sonlandırıldıktan sonra hayatta kalan diğer bebeklerin fiziksel, sosyal ve psikolojik tüm ihtiyaçlarının karşılanması ve doğal yaşam ortamlarına alınmasına rağmen hayatta kalamadıkları görülmüştür.

Yalnızlık söz konusu olduğunda kaygı hissetmemiz normaldir. Aslında, risk alabilmek, sınırları koruyabilmek, cesaretli olabilmek, yeni bir ortama alışabilmek için bu kaygıya ihtiyaç duyarız. Sorun, kabul edilmemek, dışlanmak, rezil olmak, terk edilmek korkusundan dolayı kendimizi unutmaya başlamamızdır.

Sırf bağlantı kurmak için uyum sağlarız, başkalarının ne düşündüğüne kendimizden daha çok önem veririz. Hayatımızı başkaları ne der kaygısıyla, ya terk edilirsem ya sevilmezsem diyerek kontrol ve mükemmelliyetçilikle geçiririz. Bunun karşılığı olarak terk edilme kaygısı, sosyal kaygı, bağımlılık gibi pek çok sorunla baş etmemiz gerekir.

Yalnızlığımız ya da engelleyici düzeyde hissettiğimiz yalnızlık kaygımız önce bizim kendimizi dışlamamızdan kaynaklanır. İnsan olmanın ne demek olduğunu göz önünde bulundurmadığımızda kendimize yönelik şefkatimizi kaybediyoruz. Yalnızlığımıza hizmet ediyoruz. Yalnızlık kaygısından dolayı kendimize uyum sağlamak üzerine kalıplar oluşturuyoruz. Olduğumuz gibi görünemiyor, doğal olamıyoruz. Kendimiz olmak yerine kendimizin sevilmeyeceği korkusundan dolayı “uyum” sağlamayı tercih ediyoruz. Ancak, birini bizimle “aynı” olduğu için sevmeyiz. En azından koşulsuz sevgi bu değildir.

Şimdi soruyorum, sizin yalnızlığınız gerçek bir dışlanma mı, yoksa doğal olamamanın bir sonucu mu? Çünkü bazen benzerliklerimiz yerine farklılıklarımıza daha fazla odaklanırız. Özgür ve doğal olabildiğimiz, ilişkileri acısı ve tatlısı ile kabul edebildiğimiz sürece koşulsuz sevgiyi tadacağımıza eminim.

Koşulsuz sevgi, birini hatalarına, kusurlarına, farklılıklarına rağmen sevebilmektir.