"İlkokul sıralarında başlayan 'demokrasi' deneyimimiz ne kadar demokratikti? Sınıf başkanı seçilen bir çocuğun gözünden iktidar, ayrıcalık, adalet ve güç arzusu" temalı yazının ikincisinde bu kez sabık başkanın gözünden olan biteni izliyoruz.
Sabık başkan olarak muhalefet sıralarından iktidar kürsüsüne baktığım ilk günler çok onur kırıcıydı. Dün kanatlarımın altında olan sınıfta bugün bir tüy kadar hafif tahta sırada kıçımın üzerinde oturuyordum. Uzak yakın tüm arkadaşlarımın ilgisi bana karşı azalmıştı. Başkanlıktan dolayı elimde olan imtiyazları da kaybetmiştim. Kantinde simit sırasına girmek uzun kuyruklarda beklemek eski Türkiye'deki tüp kuyruklarını yeni Türkiye'deki patates kuyruklarını andırıyordu. -Sanırım reaya için değişmeyen tek şey kuyruktu.- Oysa başkanken hiç böyle tasalarım yokmuş. Bir başkana tek yakışan kuyruk sandık başında verilen pozlardan ibaret olmalıydı.
Başkan olarak kaybettiğim imtiyazlardan birisi de her sabah andımızı okumaya sınıfımı temsilen çıkma hakkımın elimden alınmasıydı. Mavi önlük beyaz yakalılara sesleniş bir başkanın göğsünün kabarabileceği en coşkulu anlardan birisiydi. Diğer tüm öğrencilerden bir metre yukarıdaki kürsüye çıkıp tokmakel miğferin borusu gibi avazım çıktığı kadar andımızı okur, hemen ardımdan tüm okul çobanlarına yüksek sesle eşlik ederdi. Türküm - türküm, doğruyum - doğruyum, çalışkanım - çalışkanım.. Tekrar etmeyenleri yahut samimiyetine ikna olamayacağımız kısıklıkta söyleyenleri ya ajanlarımız ya da öğretmenimiz yakalardı. Tabi sonrası sınıfta tek ayak.
Sanırım şuursuzca ve sıklıkla yapılan tekrarlar sözün anlamını uçuruyordu. Sınıf levellerini atladıkça bu andımız ve marşımız boğazımdan geçmemeye başlamıştı sanki. Ama kitlenin coşkusunu diri tutmak ve başkanlık otoriterimi korumak için gerekirse gözlerimden yaş bile akmalıydı. Şimdi kürsünün aşağısında hırsımdan o gözyaşım akıyordu. Simit kuyrukları da iyice canımı sıkmaya başlamıştı. Zira teneffüs kısa simitlerin sayısı azdı. Tam sıra bana geldiğinde simitler bitmiş oluyordu. Zamanla zil çalar çalmaz daha hızlı koşmaya, rakiplerimi çalımlamaya başladım ve kuyruktaki sıralamam biraz daha ilerledi. Sonda kalanın canının çıktığı bir düzen.
Diğer bir kaybettiğim ayrıcalığım öğretmenin hemen önündeki sırada oturmaktı. Yeni sıram sınıfın en arkasında sümüklü Şahin'in yanıydı. İyice sınıfa karışmıştım. Oysa arka taraflar ne kadar uzak gelirdi gözüme. Sınıfın gecekondusu. Kalemtıraş çöpleri yerlerde, silgi kalıntıları sıraların üzerinde, önlükleri düzenli yıkanmayan ailelerinin ihmal ettiği tahtaya isimleri bol bol yazılan sınıfın uzakları, ötekileriyle birlikteydim.
Çalışkan olanları bozmamaları için mümkün mertebe uzakta tutulan sınıfın gettosu arka sıralar. Öğretmenimizde yüzünü ekşitip bakardı oralara. Arka sıraların az gelişecekleri -ki gözlerinden belliydi- okumayı geç öğrenirler, öğrenirken bol bol kafalarına demokrasi şaplağını yerlerdi. Müfettiş geleceği vakit kendilerine tembihlenir fazla konuşmamaları, ifade, soru sorma haklarını kullanmamaları -demokraside olağanüstü haller de olabilirdi- kendilerine öğretmenimiz tarafından tembihlenir. Onlarda rollerini gayet iyi oynarlardı.
Kıçım arka sıralarda, aklım ön sıralarda sınıfın tanımadığım başka bir manevi havasını teneffüs etmeye başlamıştım. En arkadan sınıfın bambaşka bir manzarası vardı. Bu durum beni epey şaşırtmıştı. Başka bir gözle sınıfımı yeniden tanıyordum.