Bu yazı, son birkaç gündür bambaşka gündemlerle konuşulan Kurak Günler’in sadece sinema tarafıyla ilgilidir..

Ve gördük ki Yanıklar’dan gerçekten çıkış yoktur...

Kurak Günler'i nihayet izledim. Malum, festivallerde ödül almış yerli ve yabancı yapımları, sinema salonlarının dağıtım yapısından dolayı çok fazla izleyemiyoruz. Kimseyi suçlamak da istemiyorum. Bu tip filmler çok fazla seyirci bulamadığından ‘ekmeğine’ bakan sinema salonu sahipleri de haliyle salonlarında gişe filmlerini oynatmayı tercih ediyor.

İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyükşehirler dışında kısmen daha küçük şehirde yaşayan film seveler için bu çok daha kötü bir durum. Biz Bursa gibi büyük bir şehirde bile ‘sanat filmi!’ denilen bu tip filmleri izleyecek salon bulamazken diğer illeri düşünemiyorum.

Allahtan Başka Sinema var. Hiç yoktan ayda 4 filmi -her Çarşamba farklı bir film olmak üzere- Özdilek Nilüfer Park’ta vizyona koyuyor. Tabi böyle olunca da inanılmaz talep oluyor, biletler günler önceden tükeniyor. Biz de eşimle zar zor bilet alabildik. Neyse umarım düzelir bu durumlar.

Gelelim filme…

Kurak Günler, yurt içi ve yurt dışı festivallerini oldukça verimli geçirdi ve pek çok önemli ödül aldı, almaya da devam ediyor.

Spoiler vermeden filmi yorumlamak her ne kadar zor olsa da bir şeyler söylemek için filme dair bazı ipuçları vermek zorunda kalabilirim. Şimdiden kusura bakmayın.

Kurak Günler, aldığı ödülleri ve övgüleri sonuna kadar hak eden bir film. Filmde özetle, genç bir savcının, Orta Anadolu’da 'Yanıklar' isimli bir kasabaya atanmasıyla düştüğü ilişki ağını ve taşra insanının olaylara yaklaşımıyla savcının ikilemini izliyoruz. Emin Alper’in bu zamana kadar ki tüm filmlerini izledim. Sanırım en iyi filmi. Alper, giderek üstüne koyuyor ve politik film yapma konusunda ülkemizde neredeyse başı çekiyor. Yine iyi bir iş ortaya çıkarmış.

Özellikle ülkemizde pek çok alanda artan ve doğal görülmeye başlanan linç, otoriterlik, baskı, ötekileştirme gibi kavramlar filmde olabildiğince net anlatılmış. Zaten bunların anlatılabileceği en güzel yer de taşradır. Emin Alper de bunu başarıyla kullanmış. Filmde, doğanın da sunduğu imkânlarla sinematografik açıdan güzel kareler görüyoruz. Konu için İç Anadolu taşrasının sıkıcılığının seçilmesi de oldukça isabetli bir karar.

Bir taşralı olarak söylüyorum; taşrada yaşamak zordur. Taşra insanının küçük hesapları, mahalle baskısı, mobbingi, kurnazlıkları, dedikodusu ve bazı konulara hoşgörüsüz oluşları, alışık olmayan için insanın canını sıkabilir. Savcıda da biraz böyle oluyor.

Maalesef ülkemiz de koca bir taşra olduğundan benzer konular, genele sirayet etmiş durumda.

Emin Alper, tüm bu gerçekleri akademisyen kimliğiyle iyi bildiğinden öyküsünü de taşrada çekmiş, her olay örgüsünü ilmek ilmek işlemiş. Sıkmadan, meraklandırıcı ve sürükleyici bir kurguyla vermek istediği mesajları vermiş.

Kafamda deli sorular…

Eleştirdiğim kısımlar var elbette...

Kusursuz film olamaz zaten. Bu filmde de elbette kendimce ‘kusur’ bulduğum yanlar var. Örneğin, gazeteci, belediye başkanı ve hakime hanım karakterlerinde ciddi boşluklar olduğunu düşünüyorum. Altları biraz daha doldurulabilirdi. Bir de taşrada yerel yönetimler hiyerarşisi de yanlış işlenmiş. Ayrıca filmdeki pek çok konu havada bırakılmış ve akılda çok soru kalıyor. Örneğin; tecavüz olayı var mı? Varsa yapan kim? Yoksa tüm yaşananlar hayal ürünü mü? Savcı geceyi gerçekten gazetecinin evinde mi geçirdi?

Kafamda deli sorular…

Emin Alper’le 2012’de, ilk filmi olan Tepenin Ardı için Bursa'ya galaya geldiğinde röportaj yapıp, merak ettiklerimi sormuştum. Güzel bir sohbet olmuş ve o zamanki görüşmemizi sosyal medyada şu mesajla paylaşmışım: 'Çok iyi bir ilk film. Emin Alper'i ileride çok iyi yerlerde görebiliriz.'

*Yıl 2012. Nilüfer Konak Kültür Merkezi'nde, Tepenin Ardı filmi sonrası Olay Gazatesi röportajı.

10 yıl geçti. Eğer tekrar denk gelirsek yine soracağım. Emin Alper filmdeki bu belirsizlikleri bilerek mi yaptı bilmiyorum. Evet kurgusal bir kasabada yaşananlar anlatılıyor ama sonuçta ülkemizin toplumsal yapısını eleştiren bir filmse, bu boşlukların doldurulması daha iyi olurdu sanki.

Ve final sahnesi...

Detay vermeyeceğim ama acaba daha farklı bir final olabilir miydi diye düşündürdü bana. Tabi yönetmenin tercihi ama benim pek içime sinmedi. Başlangıçla bitişi bağdaştırmış evet ama tatmin de olmadım. Bu harika filmin sonu daha iyisini hak ediyordu sanki.

Pandemi falan derken salonlardan epey uzak kaldık. Çevrimiçi olarak bu eksikliği gidermeye çalışsak da sinemada film izlemek başka ya. Hele festival filmlerini izlemek bambaşka.

Uzun zaman sonra izlediğim en iyi filmdi. Ve neredeyse 5-6 yıl sonra ilk kez bir sinema yazısı yazdım.

Hem bu iyi filmi izlettiren hem de bana tekrar sinema yazısı yazdıran Emin Alper ve Kurak Günler ekibine kocaman teşekkürler...