Modern toplum düşünce olarak obez bir toplumdur. Belki teorik anlamda daha çok şey biliyor ama anlam ve derinlik olarak çok fakir. Tam da burada okumanın önündeki en büyük engelin okumak olduğunu düşünüyorum. Bugün bir çok kitap aslında okunması gereken kitapların okunmaması için yazılıyor.
Herkes kitapçı ve çiçekçi olmamalı diyor Oğuz Atay.
Çiçekçiliği bilmem ama kitapçılık ve kitaplar üzerine bir kaç kelam etmek isterim. Bu iş için memuriyetten istifasını vermiş bir kişiyim ne de olsa. Lise yıllarında bir kısmını satın alarak bir kısmını çalarak topladığım kütüphanem evin en istenmeyen eşyaları arasında birinci sıradaydı. Hacim olarak büyüklüğü evi resmen işgal ediyordu ve tozlanmaları en büyük sorundu.
Çoğu erkek çocuğu gibi babayla edilen kavgalarda kitaplarım da benimle birlikte kovulurdu evden. Her şeyin fazlası zarardı, okumanın da. Okuyunca ne olacak sorusuyla kitapla duygusal bir bağı olan herkes karşılaşmıştır. Bu soruya verilecek hiç bir cevap yoktur çünkü sorunun kendisi yanlıştır ve doğru cevabı olamaz. Siz en derininden izahata kalkışsanız en masum alacağınız cevap anne şefkatiyle gelirdi; derslerini çalış okursun oğlum!
Okumanın karşılığında somut bir şey elde etmen beklenirdi, okuyorsan eline bir şey geçmeli; diploma, iş, para. -İş için okumak lazımdı okumak için para lazımdı para için iş lazımdı! Orası ayrı bir başlık tabi.- Oysa kitabın değeri okunmasındadır. Kazanımı tüm bunların üzerindedir. Kitap; beynimizi ve ruhumuzu kibarlaştırır. İnsanın, olunan emek verilen bir çabanın ürünü olduğunu anlatır. Dünyayı yeniden yaratırız okuyarak. Okuyan insan yerlerde sürünmez. Alemin en seçkin düşünenleriyle sohbet eder, konuşur, tartışır, keser, biçer ve kendi kıvamını bulur. Geçmiş ve gelecekte gidip gelir durmadan, bugünü ilmek ilmek dokur.
Okumak, salt kitapla da özdeşleşemez. Ciltlere sığmaz okumak, harflere yazıya da sığmaz. İnsan yazıyı icat etmeden önce de okurdu. Hatta yazı somut şeylerin izahı için icat edilmiştir ancak. İlk yazılan şiir değildir, roman değildir. Vergidir, matematiktir. Oysa okumak işaretlerin harflerin çok ötesindedir. Sözlü kültürde de insan okurdu. Kitap sadece sözelin kaydedilmiş halidir, daha sığdır bir yerde. Durağanlaştırır da bir bakıma okumayı. Efsaneler, mitler yazıya geçtiği an durur devam etmez gelişmez. Sözlü kültürde ise durmadan yeşerirdi anlatıla anlatıla büyürdü dallanır budaklanırdı. Kutsal metinlerde ciltli bir kitap olarak inmedi, kelam olarak indi, hafızaya ve dile emanet edildi.
Peygamberler ümmiydi, okuması yazması yoktu. Geçmişte çok az insan okur ve yazardı. Okumak ve yazmak daha çok bürokratça bir ihtiyaçtı. Halkın yazıyla pek bir münasebeti yoktu, çünkü ihtiyacı yoktu.
Gelelim dünden bugüne. Okuma yazma seferberliklerinin yapıldığı gelişmişliğin diplomalı üniversite mezunu sayısıyla ölçüldüğü modern topluma. Okuma yazma bilme oranları yüzde doksanları buluyor bugün. Zaman zaman kırsaldan altmışında yetmişinde ilkokulu okuma hayallerini gerçekleştiremeyen teyzelerin geç verilmiş karneleriyle ülkemizde güzel şeyler de oluyor, taşına toprağına bin can feda yurduma gibisinden izleriz akşam haberlerinde okuma yazma öğrendiklerini.
Peki bu teyzeler neden daha önce okuma yazma öğrenmediler, sırf kadının hakir görünmesinden mi? Sebep bu desek genel algının hoşuna gider ve zahmetsizce işin içinden çıkarız. Ancak kalpazanlık yapmadan düşününce daha fazlasının olabileceği aklımıza gelir. Her şeyden önce kadınların okumasını gerektirecek bir toplumsal yapı yoktu. Toplum aslında elifba öğrenip Kuran'ı okuyabiliyordu buna kadınlar da dahildi. Tabi anlamadan okumak lafzı tekrar etmek ne kadar okumak kabul edilirse.
Peki bugün okuma yazma oranı yüzde doksanların üzerinde olan ülkemizin üniversite sınavlarının Türkçe ortalamasının kırk soruda yirmi bir net olmasını nasıl kabul etmek gerekir? Tam anlamıyla yarı cahil tabiri ironik bir şekilde rakamlarla da örtüşüyor! O yüzden bunu bir dipnot olarak belirtiyorum ve geçiyorum.
Kadınlardan bir yüz yıl öncesine kadar erkeklere de okuma yazma öğretme gibi bir çaba söz konusu değildi. Sanayi tarzı tüketimiyle birlikte nitelikli insan ihtiyacı devletlerin birinci ihtiyacı konumuna geldi. Fabrikalarda ve diğer buna bağlı kurumlarda çalışacak insanların kolektif münasebeti için okuma yazma öğrenmesi ve devletlerin ihtiyaçları doğrultusunda eğitilmesi gerekliydi. İşte bunun için okuma yazma oranları git gide artmaya başladı. Tabi okuma yazmayı bu tarafından olumsuzluyorum. Yüzyıllardır toprakla çok güçlü bir bağ ile yaşayan insanın en büyük ve geri dönüşü belki de mümkün olmayan kopuşuydu sanayi tüketimi dönemi.
Toprağı, toprak üzerinde var olan diğer canları, canlıları okuma biçimini tam tersine çevirdi bu dönem. Artık insan kiracı ve koruyucu değil, üzerine bastığı toprağın üzerinde hiçbir sınırlayıcı değeri olmayan sahibiydi. Tek bir gayesi vardı; büyümek. Büyümek ve gelişmek. Büyümenin de kendisi bizahiti bir değer olunca insanoğlunu çok kısa bir sürede iki tane devasa boyutlardaki savaşa ve bugünlere sürükledi. Bu iki kelimeyi de tahrif edip yerine şişmanlamak kelimesini kullanacağım ben. Modern toplum düşünce olarak şişman ve obez bir toplumdur. Belki teorik anlamda daha çok şey biliyor daha fazla malumata sahip ama anlam ve derinlik olarak çok fakir.
Tam da burada okumanın önündeki en büyük engel okumaktır diyorum. Evet okumanın önündeki en büyük engel okumaktır! Bugün bir çok kitap aslında okunması gereken kitapların okunmaması için yazılıyor. Bir süpermarkete gittiniz, sepetinizi taşacak kadar doldurdunuz, ağırlıktan tekerleri sürte sürte gezmeye devam ediyorsunuz, deterjan reyonlarını geçtiniz, abur cuburların olduğu bindirimli reyonun hemen sağında kırtasiye bölümünün bitişiğinde çok satan klasiklerin özetleri, merdiven altı çocuk yayınları sizi karşılıyor. Kültürel anlamda kendinizi cahil hissetmemenizi de düşünmüşler.
Cafcaflı renkli kapak tasarımlarıyla ve motto başlıklarıyla ihtiyacınız olan kitabı bulmanız çok da zor olmuyor. Kişisel gelişmenizin anahtarı kitaplar sadece 10 TL, yanlış duymadınız geçmişin bin bir zorluğuyla hayatlarını düşünceye adamış ciltlerce kitap devirmiş insanların çilesini çektiği bilgelik sadece 10 TL, hemen önünde de indirimli elektrikli ısıtıcı satılıyor. Hop sepete eklendi.
Hayatınızın anlamı 10 TL! Bu vahametin önüne geçmek nasıl mümkündür diye düşününce, daha nitelikli bir okuyucu olmak zorunluluğu doğuyor.
İyi kitabın kriterleri nelerdir?
Önce yayınevi, yayıncılık ciddi bir iştir, onu bir vurgulayalım. Kitabı orijinal dilinden yetkin bir çevirmenin elinden geçirmek çok önemli. Çoğu yayınevi orijinal dilinden bile çeviri yaptırmıyor, Fransızca Almanca İtalyanca kitapların İngilizce çevirilerini okuyabilirsiniz, yani çevirinin çevirisini. Diğer husus özet meselesi. Hiç bir klasiğin özeti okunmaz. Okunmak için de okunmaz, not için de okunmaz. Bu, kitabın yazılma amacına da terstir, anlatılmak istenen şeyin anlaşılmasına da. Belki biraz iddialı olacak ama kitapçılar özellikle sahaflar kitabı görünce maddi ederiyle birlikte muhtevasının da az buçuk değerini ilk görüşte kestirebilirler.
Alacağımız kitap kadar kitabı nereden alacağımız da önemlidir. İyi bir sahaf size daha çok kâr edeceği kitabı satmak yerine iyi bir kitabı satmayı tercih eder ve bundan hoşnut olur. Bir çiçek gibi görür dükkanındaki kitapları. Mağaza ile sahaf arasındaki farkı dükkanın ruhundan bile hissedersiniz adımınızı attığınız gibi. Mağaza soğuktur, yabandır oysa sahafın ev huzuru hemen sarar sizi. Almak zorunda da hissetmezsiniz kendinizi. Sadece gezmeniz bile dükkanın bereketi kabul edilir. Sıklıkla yapacağınız ziyaretler sizi farklı kitaplarla tanıştırır alınacaklar listenizi kabartır.
Çoğu zamanda mağazadan daha ucuza gelir ayrıca poşet parası istemezler :)
İyi kitaplar okuyun, sahaflardan okuyun.