Merhaba, Sayfa16’nın değerli okuyucuları ve takipçileri…

Okulların açılmasıyla birlikte eğitim öğretimin hemen her paydaşına bazı tavsiyeler ve hatırlatmalardan oluşan ilk yazımızla geçtiğimiz günlerde sizlerle buluşmuştuk. Açılış ve merhaba temalı bu yazıdan sonra biraz daha detaylara inmeye başlayacak daha spesifik konuları ele alacağız.

Fakat bu hafta üzerinde durmak istediğim konu ödevler, testler, sınavlar değil. Bu haftaki konu başlığımız iletişim.

Eğitim-öğretim ile ilgili bu köşemizde ödevler, sınavlar, okullar, kurslar, ders çalışma yöntemleri, sınavlara hazırlık vs gibi başlıklar elbette ilerleyen yazılarımızın konuları arasında olacak. Hatta eğitim-öğretim takvimi ilerledikçe sadece bu başlıklara değil, okul seçiminde dikkat edilmesi gereken konulara, özel okulların bursluluk sınavlarına, özel okul veya kurs seçimlerinde dikkat edilmesi gereken hususlara da değineceğiz. Fakat bugün ilk konu olarak iletişim başlığını seçtim.

Bu konuyu seçmem tabi ki bir tesadüf değil. Çünkü aslında eğitim-öğretimden alışverişe, iş hayatından özel yaşama kadar her alanda bugün en temel sorunlarımızdan birinin iletişim olduğunu gözlemliyoruz. Bu durumu şu şekilde ifade etmek de mümkün, günlük yaşamımızın hemen her alanında karşılaştığımız neredeyse tüm sorunların, açmazların yahut problemlerin temelinde iletişim yatıyor. Ya da iletişimsizlik…

Çünkü her şeyi hızla tüketme çılgınlığına kapıldığımız modern zamanda dinlemeyi, anlamayı ve anladıktan sonra yanıt vermeyi boşa harcanmış bir zaman gibi görmeye başladık. İletişime daha doğrusu sağlıklı bir iletişime ayıracak fazladan birkaç saniye bize fazlalık gibi geliyor. Birbirimize bu zamanı ayırmak yerine, anlatılanla değil anladığımızla veya anladığımız kadarıyla iktifa etmeyi tercih ediyoruz.

Birbirimizi, anlamak için değil, cevap yetiştirmek için dinliyoruz. Devlet dairesinde yahut bir bakkal dükkânında, bir okulda ya da bir fabrikada insanlar artık birbirilerini dinlemek konusunda eskisi kadar tahammül sahibi değil. Sadece dinlemek mi peki? Konuşmak konusunda da benzer bir sorunumuz var. Hatta sanırım orda işler daha da kötü. Çünkü anlatmak, tanıtmak, fikir alışverişinde bulunmak, iyiyi güzeli ön plana çıkarmak gibi amaçlardan uzaklaşmaya başladık.

Konuşmalarımızın genel amacı kabul görmek, ikna etmek, satışı gerçekleştirmek gibi amaçlar üzerine bina ediliyor. Sonunda ben haklıyım, ben kazandım demek için konuşuyoruz.

Yazının bu kısmında durup biraz düşünmenizi rica ediyorum. İş hayatında toplantılarınızı düşünün, alışveriş yaptığınız yerlerde kurduğunuz cümleleri veya size söylenenleri. Çalıştığınız yerde üstlerinizin sizinle kurduğu iletişim biçimini keza astlarınızla kurduğunuz iletişimde kendi üslubunuzu ve tarzınızı gözden geçirin. Size sorduğu bir sorunun cevabını dinlerken telefonuyla meşgul olan patronu düşünün. Sizinle iletişim kurmaya çalışan çocuğunuza gözünüzü televizyondan ayırmadan verdiğiniz cevapları hatırlayın. Siz daha cümlenizi bitirmeden sormak istediğiniz şeyle alakası olmayan açıklamalar yapmaya başlayan satıcıyı gözünüzün önüne getirin. Aldığınız ürünle ilgili bir sorununuzu anlatmaya başladığınız anda, üründeki hatanın veya sorunun sizden kaynaklı olduğuna dair beyanatlar veren müşteri temsilcisini…

Oysa bin düşün bir konuş diye öğütler veren bir kültürün çocuklarıydık biz. Ne ara konu buraya geldi acaba? Cevap vermek için değil, anlamak için; mazeret üretmek için değil, çözüm üretmek için; savunma yapmak için değil; açıklayabilmek için; hakaret etmek için değil; yol göstermek tavsiye vermek için konuşmalı, dinlemeliyiz. Gerçekten anlamak için dinleyen, gerçekten anlatmak için konuşanlar ancak iletişim kurabilirler ve hemen her sorun doğru iletişimle çözülebilir.

Kalın sağlıcakla…