Ne kadar tüketirsen o kadar çalışırsın. Biz bugün hem çalışarak kazandırıyoruz hem tüketerek. Dolayısıyla boş zamanımızı bile işgal eden bir piyasa mantığından bakarak tarihin bir dönemini kötülemek, çalışmaya övgüler dizmek ve tembelliği lanetlemek son derece vahim. Kimseyi suçlamadan, yargılamadan kendi kendime röportaj yaparak tembelliği sorguladım ve tabi Ağustos Böceklerini.

Tembellik Nedir? Nasıl Tanımlarsınız?

Öncelikle bu soruya genel-geçer bir yanıt vermenin mümkün olmadığı kanaatindeyim.

Tembelliğin, tıp alanının bir ölçüde ilgi alanına girdiğini görüyoruz ya da bazı hastalıkların tembelliğe neden olması bakımından kötücül olarak vurgulandığını. Aynı zamanda tembellik ve çalışma meselesi farklı alanlarında ilgisini çekmiş. Modern dünyadaki toplumsal ilişkilere baktığımızda maddi unsurların insanlar arasındaki ilişkileri belirlemek konusunda hayli önemli olduğunu görebiliriz. Bir nevi toplumu oluşturan bireyler sahip olduğu maddeye göre hiyerarşik olarak kurgulanmıştır.

Kapitalizmin bireyleri maddi olanaklara göre tasnif ve tayin etmesi, çalışmanın abartılmış bir erdemliliğe dönüşmesine de neden oluyor.Bu durumda maddi unsurların düzenlediği toplumsal bir düzenden söz etmemiz mümkün hale geliyor.

Mesela bir mekânda iki farklı masada oturan bir grup insanı hayal edelim. İlk masada oturan grubun masasında lüks otomobil anahtarı var olsun diğerinde ise sıradan bir otomobil anahtarı. Bu ikisi arasındaki sosyal itibar büyük oranda farklı olacaktır. Modern insan nesnelerin karşısında hizaya çekilmiş gibidir.Dolayısıyla günümüz dünyasında malvarlığına sahip olmak ile saygı değer olmak arasında ilişkinin olduğunu ileri sürebiliriz. Bu durumda çalışmanın kutsanmasının nedeni oluyor. Nitekim farklı anlayışlara yer vermemizin sebebigenel-geçer bir tembellik tanımı yapmanın zor olduğuna dikkat çekmekti.

Peki, maddi varlığı nasıl elde edebiliriz?

Meşru yolu kast ederek söylüyorum, elbette çalışmakla. Yani yukarıda bahsettiğimiz şekilde nesnelerin etkisi altında organize olan toplumsal düzende çalışmak son derece olumlu bir nitelik kazanıyor, çünkü tüm bunların çalışarak elde edileceği miti yüceltiliyor. Tembellik ise bunun reddi anlamına geliyor. Diğer açıdan bazı iktisat okulları,19. yüzyılda doğa cömert değildir, cimridir tezini ileri sürüyor. Bu nedenle doğadan geçimliliğimizi sağlamamız için emeğimize başvurmamız gerektiğini savunuyorlar. Bununda doğal sonucu, çalışmanın kutsanması oluyor.

Ancak biraz daha geriye gidelim ve ortaçağın dilenci rahiplerine, meczuplarına ya da dervişlerine bakalım. Bunlar çalışmadan yaşamlarını sürdüren ve toplumsal düzeyde kabul görmüş kimselerdi. Tembel olmaları asla yadırganmamıştı. Ancak kapitalizmle beraber çalışmaya yönelik olumlu vurguların bir ahlaki öğretiye dönüştüğünü görüyoruz. Bu noktada kapitalizmle beraber çalışmanın erdemli bir davranış olarak takdim edilmesi üzerine düşünebiliriz. Niçin böyle oldu? Tüm bunlarla beraber zaman zaman kendime 'Ağustos Böcekleri'ni niçin kınarız diye sorarım. “Ağustos Böceği ile Karınca” hikâyesinde çalışkan karınca övgüyle anlatılırken tembel ağustos böceği kınanır. Yani hikâyedeki olumlu vurgu karınca etrafında döner. Üstelik böcek bilimcilerin belirttiği üzere ağustos böcekleri ortalama 4 haftalık ömre sahip olmasına rağmen. Biz ise ağustos böceklerinin kışın aç kaldığını ve sersefil şekilde karıncanın kapısını çaldığını dinleriz. Bu hikâyenin alt mesajı tembelliğin ne kadar kötü olduğudur.

Peki, ne zamandan beri bu böyledir? Ağustos böcekleri hep mi dışlandı?

Çalışmaya yönelik aşırı ve olumlu vurgu amansız bir şekilde yapılırken; çalışkanlığın, üretkenliğin erdemi ve değerine sınırsız övgüler dizilirken tembelliğin aşağılanması; dinlediğimiz masallardan, benimsediğimiz metafizik ve seküler doktrinlere kadar çoğu detayda yer aldı. Tabii her zaman böyle değildi. Farklı dönemlere ve farklı anlayışlara atıf yaparak tembelliğe ve çalışma meselesine yönelik yaklaşımları göstermek istememizin sebebi buydu. Zira tembellik farklı anlayışlar ve farklı tarihsel dönemlerde olumlu ya da olumsuz şekilde kavranmıştır.

Bir nevi tembelliğin ahlaken kötücül, çalışmanın ise son derece ahlaklı bir davranış olduğunu kapitalizmle ilgili olduğunu söylüyorsunuz. Peki, hiç çalışılmasın mı demek istiyorsunuz? Buna bir sınır çizmek mümkün değil mi?

Elbette hiç çalışılmasın demiyorum. Ancak bu kadar çalışılmasın diyorum. Tembellik ile çalışkanlığı mezcedebiliriz. İnsanlık tarihine bakalım. Bugünün dünyası geçmişten ayrı şekilde değerlendirilir. Tarih kitaplarından medya programlarına dek şu süslü cümleleri işitmemiz çok olasıdır; “o dönemde kölelik vardı… Bugün insanlık bir devrim yaptı adeta…”

Oysa bugün dünyanın çoğu yerinde insanlar, o dışladığı kölelerden çok daha vahim durumda. Çalışmak dışında başka bir şey yapamadıklarını görebiliriz. Boş zamanlar dahi çalışmaya göre organize ediliyor. Bu apayrı bir tartışmanın konusu olduğu için çok fazla girmek istemiyorum. Ama kısaca değinmek ahengimize zeval vermez. Mesela AVM gezileri ve benzeri aktiviteleri bir sosyalleşme olarak algılamadığımı aksine bu tür aktivitelerin insanların daha fazla çalışması adına organize edildiğini düşünenlerdenim.

Ne kadar tüketirsen o kadar çalışırsın. Biz bugün hem çalışarak kazandırıyoruz hem tüketerek. Dolayısıyla boş zamanımızı bile işgal eden bir piyasa mantığından bakarak tarihin bir dönemini kötülemek, çalışmaya övgüler dizmek ve tembelliği lanetlemek son derece vahim. Boş zamanı dahi işgal edilmiş bir insanlıktan söz edebiliriz. Bu durumda tembelliğe övgü dizmek son derece yaşamsal bir gereksinimdir.

İnsanlığın sağlığı sıhhati adına tembelliği savunabiliriz. Latife yaparak tavsiyede bulunurlar: Pazartesi günü fabrikalarda üretilen araçları almayın diye. Çünkü en kötü arabalar pazartesi yapılır derler. Malum pazartesi sendromunun etkisi... Bu şaka olsa bile üzerine düşünülmesi gereken bir şakadır.

Ancak çalışmadan yaşamak mümkün değil, bu gerçeği göz ardı edemeyiz.

Çalışmadan yaşamak kimin için mümkün değil? Günümüz dünyasının sistemi mülksüzlerin çalışmasına dayalı bir sistemdir. Para akarına sahip olmayanların çalışmasının erdemlilik olarak takdim edildiği bir sistemdir. Mevcut düzenin sürdürülmesinin temel koşulu çalışkan ve mülksüz insanlardır. Bu durumda tembelliğin erdemsizlik olarak ifade edilmesi son derece anlamlı hale geliyor. Dolayısıyla sizin gerçek dediğiniz durum herkes için geçerli değil ancak büyük bir halk kesimi için geçerli tabii.

Kapitalizmle bu ilişkilerin dönüştüğünü söylüyorsunuz ama dini inançlar çerçevesinde düşündüğümüzde de çalışmak hep övgüye layık görülmemiş mi? Bu sanki kapitalizm öncesinde de vardı?

Kapitalizm çağında dinsel doktrinler bağlamında da yeni kavrayışların, yeni yorumların ve yeni yaklaşımların ortaya çıktığından söz edebiliriz. Bugünün koşullarına uygun yeni yorumlama biçimleri türemiştir. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Kitabı Mukaddes’e bakalım. İlk günah hikâyesi ve Âdem ile Havva’nın cennetten kovulma hadisesi bizlere ne söyleyecektir? Tanrı ile tembellik arasında son derece iyimser bir ilişkinin varlığını hemen fark edeceğiz. Yasaklı elmanın yenmesiyle birlikte Tanrı, Âdem ve Havva’yı cezalandırır. Artık onlar için dünya o andan itibaren ceza kolonisi gibidir; çünkü dünyaya düşmüşlerdir ve kefaret bölgesi burasıdır. Erkekleri çalışmak, kadınları ise acı çekerek doğurmak şeklinde cezalandıran Tanrı, kendi suretinden yarattığı insanı cennette ağırlarken ona ölümsüz, dertsiz, hiç çalışmadan geçirilen bir hayat bahşetmiştir.

Neticede Âdem ile Havva’nın cennette saadet dolu çalışmadan geçirdiği bir hayatı olduğunu hikâyede görüyoruz. Yasak ne zamanki çiğnenir çile dolu yaşam o zaman başlar. Bu çilelerden birisi de çalışmak olur.

Bugün modern insana Âdem’in payından epey büyük bir parça düşmüş gibidir.